Günümüzde var olan türleri betimlemekle yetinen ve bu türlerin kökenlerini araştırmaktan kaçınan hayvanbilimci ve bitki bilimcileri örnek göstererek belki mevzuya itiraz edebilir. Türlerin oluşumunun bilime yabancı olup olmadığı sorununu bir yana bırakarak; ben kendi adıma, doğa tarihinin mustarip olduğu yasağın yöntemlerin zayıflığından, düzenli deney eksikliğinden ve çoğu doğa bilimcinin felsefi ruhtan yoksun olmasından kaynaklandığını düşünüyorum. En azından şu temel ilkeyi aklımızda tutalım: Tüm canlı türlerinin kökeni ile dilin kökeni mevzularının çift olarak, beraber ele alınmasının hiçbir lüzumu yoktur. Türlere ait sürekli gözlemlerin başladığı devirlerden günümüze, bitki ve hayvan türlerinin neredeyse hiçbir tarihleri yoktur. Skolastik terimlerle ifade etmek gerekirse, türler fieri (olma) kavramları ile değil, esse kavramları (varlık) doğrultusunda incelenir… Dil mevzusunda ise, durum farklıdır: Dil, varlığı itibariyle değişmez nitelikteki türle değil, aksine, kendisini sürekli yenileyen birey ile karşılaştırılmalıdır. Bireyin gelişim yasasının büyük bir kısmı bilinmezlik içinden geçen bir eğridir; lakin yine de bir denklem kurabilecek ve eğrinin tepe noktasını bulmaya yetecek kadarlık bir kesitini görebiliriz.
(Tanıtım Bülteninden)