Yargıtay Uygulamasında Türk Borçlar Kanunu Çerçevesinde Teselsül & Koşullar & Bağlanma Parası Cayma Filiz Berberoğlu Yenipınar
Bu çalışma içtihatlı mevzuat incelemesidir. (TBK. 162 – 182. maddelerinde) düzenlenen, borç ilişkilerinde özel durumlar ile ilgili davalar, genel bilgiler, açıklama ve örneklerle çalışmaya alınmış olup, güncel ve yeni tarihli Yargıtay kararları ile araştırılmıştır.
Çalışmadan Özetler;
- Birden çok kişi aynı zarardan aynı sebepten veya çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu olabilir. Bu durum iki veya daha çok kişinin şahsında sorumluluğun ya da herhangi bir tazminat yükümlülüğünün şartlarının gerçekleşmesi hâlinde söz konusu olur. Buna göre birden çok kişi aynı zarara birlikte sebep olabilecekleri gibi, çeşitli nedenlerle de sebep olabilirler. İkinci hâlde sorumlulardan yalnız biri söz konusu zarara sebebiyet verirken, diğeri sebebiyet vermediği böyle bir zararı başka bir nedenle tazmin zorunda kalabilir. Sonuç itibariyle müteselsil sorumluluk üç hâlde doğabilir. Birinci hâlde, zarar verenlerden her birinin ayrı ayrı sorumlu olduğu iki veya daha fazla sebep bir araya gelmekte ve bu suretle zararlı sonucu meydana getirmektedir. İkinci hâlde ise zarar, iki veya daha çok sebepten değil, hukuken önem taşıyan bir tek sebepten doğmaktadır. Ancak burada hukuk düzeni bu tek sebep için iki ayrı kişiyi sorumlu tutmaktadır. Üçüncü hâlde ise, zarar yine bir tek sebepten meydana gelmekle birlikte, sorumluluk hukukuna göre bu zarardan sadece bir kişi sorumlu olmaktadır. Ancak, zarar veren yanında üçüncü bir kişi de bir sözleşme gereğince söz konusu zararı gidermeyi (sorumluluğu) üzerine almaktadır (Eren, F.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 21. Baskı, Ankara 2017, s.831, 832). Aynı zarardan dolayı birden çok kişinin zarar görene karşı sorumluluğu, hukuk politikası açısından üç ayrı şekilde düzenlenebilir. Bunlar; sorumlulukların paylaştırılması, sorumlulukların toplanması ve sorumlulukların yarışmasıdır.
- Sorumlulukların paylaştırılmasında, aynı zarardan sorumlu olan birden çok kişinin kısmî sorumluluğu söz konusu olur. Burada zarar verenlerden her biri, zarara sebep olduğu oranda sorumludur. Sorumlulukların toplanmasında, birden çok kişiden her biri, diğerinden bağımsız olarak zararın tamamından sorumludur. Zarar gören, uğradığı zararı sorumluların her birinden ayrı ayrı talep eder. Birinin zararı tazmin etmesi, diğerinin sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Burada zarar verenlerin sorumlulukları toplanmaktadır. Son olarak taleplerin yarışmasında tazminat yükümlülerinden her biri zarar görene karşı, diğer yükümlü veya yükümlüler tarafından zararın tamamı tazmin edilinceye kadar sorumludur. Tazminat yükümlülerinden her biri, sanki zarara tek başına sebebiyet vermiş gibi, zararın tamamı tazmin edilinceye kadar bundan sorumlu olurlar. Taleplerin yarışmasında zarar bir defa tazmin edilir. Ancak zarar görenin zararı tazmin edilinceye kadar zarar verenlerin tamamı bundan sorumlu olur. Taleplerin yarışması sisteminde zarar görene ayrıcalık tanınmakta, ona sorumluların tamamına ve dilediğine dava açma hakkı tanınmaktadır. Tazminat yükümlülerinden biri zararı tazmin ettiği oranda diğerleri de sorumluluktan kurtulmaktadır. Zararın tamamı tazmin edilirse, sorumluluğun tamamı, bir kısmı tazmin edilirse, o kısmı sona erer. Bu bakımdan, taleplerin yarışması ilkesi borcu sona erdirici bir niteliğe sahiptir. Burada zarar gören uğramış olduğu zarardan daha fazla tazminat alamaz, zarar bir defa tazmin edilir. Bu niteliği itibariyle de taleplerin yarışması, zarar görenin sebepsiz zenginleşmesini önler. Zira burada zenginleşme yasağı geçerlidir. Sorumlulukların (taleplerin) yarışmasına müteselsil sorumluluk da denir (Eren, s.832).
- Tük hukukunda hâkim olan ilke, taleplerin yarışması ilkesidir. Birden çok kişinin aynı zarardan sorumluluğuna, “Müteselsil sorumluluk” adı verilmektedir. Bilindiği gibi müteselsil borçluluk; alacaklının, borcun tamamının ifasını birden çok borçludan ve dilediğinden isteyebildiği, borcun tamamı ifa edilinceye kadar borçluların hepsinin sorumlu olduğu bir borç ilişkisidir. Kanundan kaynaklanan teselsül, müteselsil borçluluğun doğrudan doğruya bir kanundan kaynaklanması halidir. Haksız eylem sebebiyle müteselsil sorumluluk hali ise 818 sayılı (mülga) Borçlar Kanunu’nun 50’nci ve Türk Borçlar Kanunu’nun 61’inci maddesinde düzenlenmiştir. 818 sayılı (mülga) Borçlar Kanunu’nun “Müteselsil mesuliyet” ana başlığını, “Haksız fiil halinde” alt başlığını taşıyan 50’nci maddesinin birinci cümlesi “Birden ziyade kimseler birlikte bir zarar ika ettikleri takdirde müşevvik ile asıl fail ve fer'an methali olanlar, tefrik edilmeksizin müteselsilen mesul olurlar.” şeklinde düzenlenmiştir. Benzer açıklama 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) “Müteselsil sorumluluk” ana başlığını, “Dış ilişkide” alt başlığını taşıyan 61. maddesinde de yer almaktadır. Madde; “Birden çok kişi birlikte bir zarara sebebiyet verdikleri veya aynı zarardan çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu oldukları takdirde, haklarında müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümler uygulanır.” düzenlemesini içermektedir. Böylece kanun koyucu birden fazla kimsenin müşterek kusurlarıyla bir zarara sebebiyet vermesi halinde, bu kimselerin zarara uğrayana karşı müteselsilen sorumlu olmalarını öngörmüştür. Aynı haksız eylemden değişik hukuki nedenlerle sorumlu olanlardan her biri 818 sayılı Kanun’un 50 ve 51. maddeleri uyarınca, zarar nedeniyle davacıya karşı müteselsil (zincirleme, dayanışmalı) olarak sorumlu durumundadırlar. 818 sayılı Kanun’un 142. maddesine göre alacaklı, müteselsil borçluların tümünden veya birinden (veya birkaçından) borcun tamamının veya bir kısmının ödenmesini isteyebilir.
- Müteselsil sorumlulukta, kural olarak borçlulardan her biri, 818 sayılı Kanun’un 142. Maddesi (TBK.nun 161. 162. Maddesin) göre, borcun tamamından sorumludur. Nitekim, 2918 sayılı KTK.nun 88/1 maddesinde trafik olayı nedeniyle müteselsil sorumluluk öngörülmüştür. 818 sayılı Kanunun 146. Maddesi (TBK.nun 167.maddesi) uyarınca, sorumluların iç ilişkide kusur oranına göre, birbirlerine rücu hakları da mevcuttur. Doktrinde yapılan bir tanıma göre cezai şart, “Mevcut borcun ifa edilmemesi veya eksik ifası halinde ödenmesi gereken mali değeri haiz ayrı bir edimdir.” (Tunçomağ, K.: Türk Hukukunda Cezai Şart, İstanbul 1963, s. 6). 818 sayılı BK’nın 158-161’inci maddelerine dayanılarak yapılan bir başka tanımda ise, “Cezai şart, borçlunun borcun hiç veya gereği gibi ifa edilmemesi halinde önceden kararlaştırılmış bir edada bulunmayı alacaklıya karşı taahhüt etmesi” olarak ifade edilmiştir (Günay, Cevdet İ.: Cezai Şart, Ankara 2002, s. 5).01 Temmuz 2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda (TBK) ise “cezai şart” yerine “ceza koşulu” kavramı tercih edilmiş olup, ceza koşuluna ilişkin düzenlemeler TBK’nın 179 ilâ 182’nci maddelerinde yer almaktadır. Cezai şartın en yaygın kullanıldığı alanlardan biri İş Hukukudur. Gerek 1475 sayılı İş Kanunu’nda gerekse 4857 sayılı İş Kanunu’nda cezai şarta ilişkin bir hüküm yer almamaktadır. Bununla birlikte, 6098 sayılı TBK genel kanun niteliğinde olduğundan, İş Kanunlarında hüküm bulunmayan hâllerde niteliğine uygun düştüğü ölçüde Türk Borçlar Kanunu hükümleri uygulanacağından, 6098 sayılı TBK’nın açıklanan düzenlemeleri kural olarak İş Hukuku’nda da geçerlidir.
- Yargıtay tarafından yerleşik içtihatlar ile bazı yönlerden iş hukukuna özgü çözümler üretilmiştir. İş hukukunda “İşçi Yararına Yorum İlkesi”nin bir sonucu olarak sadece işçi aleyhine yükümlülük öngören cezai şart hükümleri geçersiz sayılmış ve bu yönde yerleşmiş içtihatlar öğretide de benimsenmiştir. Hizmet sözleşmeleri açısından cezai şartla ilgili olarak 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda açık bir hüküm bulunmaz iken, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 420’nci maddesi “Hizmet sözleşmelerine sadece işçi aleyhine konulan ceza koşulu geçersizdir.” düzenlemesini getirmiştir. Bu itibarla hizmet sözleşmelerine sadece işçi aleyhine konulan cezai şartlar geçersiz, işçi lehine konulan cezai şartlar ise geçerli kabul edilmelidir.
- TBK'nun 183.maddesine göre, alacaklı bir borç ilişkisinden doğan alacağını borçlunun rızasına gerek olmadan bir sözleşmeye dayanarak üçüncü bir kişiye devredebilir. Devralan önceden devredene ait olan alacak hakkını kesin olarak kazanır. Alacağı devralan bizzat alacaklının kendisi olur. Devir, alacaklının değişmesi dışında borç ilişkisinde özellikle alacağın varlık ve miktarında herhangi bir değişiklik meydana getirmez.
- Alacağın devri bir tasarruf işlemi olduğu için bunun geçerli olması, her şeyden önce alacaklının devir ettiği alacak üzerinde tasarruf yetkisine sahip olmasına bağlıdır. Alacaklının tasarruf yetkisi ilke olarak devir işleminin yapıldığı anda mevcut olmalıdır. Alacaklının devre konu olan alacak üzerinde tasarruf yetkisi yoksa devir işlemi de hüküm ve sonuç doğurmaz. Alacağın devrinin esasa ve şekle ilişkin şartları TBK'nun 184.maddesinde belirtilmiş olup kural olarak sözleşme tarihinde fiil ehliyetine sahip her iki tarafın var olan alacağın yazılı bir sözleşme ile alacağın devredilmesi tamamlanmış olur. Devrin bir kısım hüküm ve sonuçları bulunduğu da görülmektedir. Alacağın devrinin asli sonuçları alacağın devralana geçmesi ve alacaklının değişmesi, devredenin garanti borcu, ispat araçlarını özellikle yazılı delilleri teslim borcu olarak sayılabilir. Bunun yanında devrin yan sonuçları da bulunmaktadır. Öncelik hakları asıl alacakla beraber devir neticesinde devralana geçer. Devir yalnız asıl alacak hakkını geçirmez. Buna bağlı yan hakları da devredilene geçirir. Buna karşılık devredinin kişiliğine bağlı yan haklar devralana geçmez. Özellikle kefalet ve rehin gibi teminat hakları, inşaat usta ve işçilerinin haiz olduğu kanuni ipotek hakları gibi. Düzenleyici hakların özellikle yenilik doğuran hakların devralana geçeceği de kabul edilmektedir. Mevzuatımız devir ile alacak hakkı borç ilişkisine yabancı bir kişi olan devralana geçeceğini, bunun için borçlunun izin vermesine gerek olmadığını düzenlemiştir. Ancak borcu yeni alacaklıya ifa zorunda olan borçlu haberi olmadan yapılan devirden olumsuz yönde etkilenebilir. Devir borçluya bildirilmeden yapılmışsa borçlu devirden haberdar olmadığı için önceki alacaklı sanabilir ve borcu iyi niyetle ona ifa edebilir. Böyle bir ifa borçluyu borçtan kurtarır. (TBK 186/1)
- Borçlunun def'i hakları TBK'nun 188.maddesinde düzenlenmiştir. Borçlu, devri öğrendiği sırada devredene karşı sahip olduğu savunmaları devralana karşı da ileri sürebilir. Buradaki def'i hakkı geniş anlamda def'i hakkı olup bunun içine teknik anlamda def'iler ve itirazlar girer. Özellikle ödemezlik def'i ile zamanaşımı def'i örnek olarak gösterilebilir. Alacak hakkının doğumunu engelleyen olaylarla birlikte alacak hakkını ortadan kaldıran olayları itiraz olarak ileri sürebilir. Sözleşmenin butlanı veya alacağın meydana hiç gelmediği, devir sırasında ifa, ibra, yenileme, erteleme, kusursuz sonraki imkansızlık borcun üstlenilmesi gibi nedenlerle sona erdiği itirazlarını ileri sürmesi halinde durum böyledir.
Bu eserin hazırlanmasında büyük özveride bulunarak yardımlarını esirgemeyen, Sn. Alihan YENİPINAR’a, en içten duygularımla minnet ve şükranlarımı sunarım.
Eserin basımını üstlenen;
Platon Yayınevi çalışanlarına ve emeği geçenlere çok teşekkür ederim.
(Tanıtım Bülteninden)
Neden idefix?
Siparişinizi teslim aldığınız tarihten itibaren 14 gün içinde iade edebilir, iade sürecinin tamamlanmasının ardındansa ödemenizi hızla geri alabilirsiniz.
Kullanıcı dostu ara yüzümüz tüm ihtiyaçlarınıza eksiksiz yanıt verebilmek için tasarlandı. Deneyiminizi uçtan uca kusursuz kılmak adına çağrı merkezimiz ve canlı destek hattımızla ihtiyaç duyduğunuz her anda yanınızdayız!
Siparişlerinizin bir an önce ulaşması için sabırsızlandığınızın farkındayız. Sunduğumuz farklı teslimat seçenekleri arasından size en uygununu belirlemeniz, siparişinizi olabildiğince çabuk veya dilediğiniz zaman aralığında sorunsuz bir biçimde teslim etmemiz için yeterli.