Şems-i Tebrizî ya da Şems ed-Dîn Muhammad (d: 1185 - ö:1248), Azerbaycan Türklerinin İslam alimi ve mutasavvıf.
Mevlânâ Celâleddîn Rûmî'nin gönül dünyasında büyük değişikliklere sebep olan ve Mevlânâ tarafından yazılan ilâhî aşk şiirlerinden oluşan Dîvân-ı Şems-î Tebrîzî adındaki nazım eser sayesinde tanınan çok kuvvetli bir din âlimidir.
Daha sonraları Sacaslı Şeyh Rukneddin, Tebrizli Selahaddin Mahmut ile mutasavvıf Necmüddin Kübra'nın halifelerinden Centli Baba Kemal'e intisap ederek onlardan feyz almıştır. Muhammed'in ahlakını örnek alan Şemseddin-i Tebrizî, devamlı bir arayış içerisinde olmuş, manevî bir işaret üzerine de Mevlânâ Celâleddîn Rûmî'yi arayıp bulmuştur. Dünyaya, kılık ve kıyafete önem vermeyen Şems, Mevlânâ ile üç-üçbuçuk yıl süren beraberliği neticesinde onun hayatında yeni ufukların açılmasına vesile olmuş, onu ilahî aşkın potasında eriterek, kâmil bir Hak aşığı yapmaya muvaffak olmuştur.
Şems-i Tebrizî Şam'a döndüğünde, Mevlânâ Celâleddîn Rûmî için onun yokluğu dayanılmazdır. Şems'in varlığını kabullenememiş kimseler, Mevlânâ'ya ileri geri laflar etmişlerdir. Celâleddîn Rûmî'nin bu kimselerden birine verdiği cevap şöyledir:
"Onun ışığı vurmazdan önce ölü bir nakıştım sadece taş duvarlarınızda. O, elindeki yay ile vurmazdan önce tellerime; hep aynı nameyi çalıp söyleyen, kendi sesine yabancı bir kuru rebaptım. Ben onun avucunda bağlar, bahçeler ağaçlar görür; deryalar gibi geniş, deryalar kadar berrak sular görürüm. Onun avucunda çıkan ağaçların gölgesinde dinlenirim. Lâkin siz bunların hiçbirini göremezsiniz."
Bir süre sonra Şems, Mevlânâ Celâleddîn Rûmî'in oğlu Sultan Veled'in çağrısı üzere Konya'ya geri gelir. Mevlânâ bir daha şehirden ayrılmasın diye, onu bir kızla evlenmeye iknâ eder; bu kız Celâleddîn Rûmî'nin evinde evlâtlık olan Kimyâ Hâtun'dur. Kimya Hatun'a gizliden aşık olan, Mevlânâ'nın küçük oğlu Âlâeddin, bu durumu hazmedemez ve Şems aleyhtarlarının yanında yer almaya başlar.